Atiye mevzusundan sonra 2016 yılında ev yapımı biracılar grubuna yazmış olduğum şu Göbekli Tepe yazısını paylaşmak elzem oldu. Mevzu hakkında bilginizi bir gıdım arttırabilirsek ne mutlu bize.
Göbekli Tepe; Urfa şehir merkezine 20 km uzaklıkta, açık havalarda Urfa’dan baktığınızda bile şehrin doğu tarafında görebileceğiniz bir tepe. Tepenin ilk keşfi 1964 yılına dayanıyor.
Fırat nehri üzerinde Keban, Karakaya, Atatürk, Birecik veKarkamış barajları yapılacağından o yıllardan bu yana bölge kurtarma amaçlı bir sürü arkeolojik kazı nedeniyle arkeologların hücumuna uğramış bir yer.
Göbekli Tepe’yi keşfeden Klaus Schmidt de bu kazılarda yetişen Alman bir arkeolog. Göbekli Tepe’yi aslında 1964’te Amerikalı arkeologlar bir höyük olarak ilk kez kayda geçiyorlar.
Eğer giderseniz görürsünüz tepenin zirve noktasında bir dut ağacı ve altında 3-5 Müslüman mezarı halen durur. Burası herhangi bir baraj gölü suları altında kalmayacağından ve Müslüman mezarlığı olarak tasnif edildiğinden sadece kayıtlara höyük diye geçer ve üzerinde çok durulmaz.
Arkeolojideki tabulardan biri Müslüman mezarlığının kazılmayacağı yönündedir. Herhalde bu tabunun sebebinin İslam hoşgörüsü olduğunu az çok anlamışsınızdır.
Göbekli Tepe’nin asıl keşfini ise bugün Atatürk Barajı suları altında kalmış başka bir tarih öncesi yer olan Nevali Çori’yi kazan Klaus Schmidt 1994 yılında yapmıştır.
Nevali Çori Kürtçe “Veba Vadisi” anlamına gelir. Yaptığı ilk yüzey araştırmasında tepe üzerinde birçok çakmaktaşından yapılma yontma alet bulur. Bir de çevredeki tepelerin sert kaya iken bu tepenin üst kısmının toprak yığılmış olması garip gelir.
Daha sonra köylülerin tarlalarından temizledikleri taşlar arasında özenle o hale getirilmiş ve daha sonra kendisinin de bulacağı T sütunlardan birinin baş kısmını bulur. Henüz buranın ne kadar önemli bir yer olduğunu anlayamasa da kazı yapılması gerektiğine karar verir.
1995-1998 yılları arasında yapılan kazılarda Göbekli Tepe yavaş yavaş ortaya çıkmıştır artık. Kazdıkça Klaus Scmidt çok farklı ve çok önemli bir yer keşfettiğinin farkına varır. Bugüne geldiğimizde Göbekli Tepe ile ilgili bilgilerimize şöyle bir bakalım:
- MÖ 9600 yıllarına tarihleniyor, yani yaklaşık 12.000 yaşında.
- Dünyanın bilinen en eski anıtsal tapınak yapısı.
Göbekli Tepe bir yerleşim yeri ya da mezarlık değil. Bir kült alanı, bir inanç merkezi. Çünkü alanda yerleşim olduğuna dair herhangi bir kanıt bulunamadı. Zaten yakınlarında herhangi bir su kaynağı da yok.
Su olmayan bir yere yerleşim kurulmaz. Mezarlık olması için de insan kalıntıları bulunması gerekiyordu, ama onlar da bulunmadı. Bulunan bütün kemikler yabani hayvanlara aitti. Özellikle de yabani sığır, yabani koyun, ceylan ve toy kuşlarına.
Kurban ritüeli olması ziyadesiyle mümkün. Özellikle toy Mezopotamya’dan Anadolu’ya geçmiş kahinlik faaliyetinde bolca kullanılan bir kuş türüdür. Toyun karnı yarılır ve iç organlarının durumuna göre kahin bazı kehanetlerde bulunur.
Ya kemiklerden yabani mi evcil mi nasıl anlıyorlar dediğinizi duyar gibiyim. İnsanlar tarafından evcilleştirilen, kültüre alınan hayvanların boyutları yaban atalarına göre her zaman küçülmüşler, insanların onları kullanım amaçlarına göre vücutları deformasyon geçirmiştir.
-Göbekli Tepe uygarlık tarihini yaklaşık 6500 yıl daha geriye götürdü. MÖ 3200’de Sümer’de yazıyla başladığına inanılan uygarlığın çok daha önceleri sandığımızdan oldukça ileri ve sofistike olduğu ortaya çıktı.
Göbekli Tepe T sütunları üzerindekiler de bugün anlamını bilmediğimiz bir resim yazı. Tıpkı Sümer yazısı resim yazıdan çivi yazıya evrimleşmeden önce ters delta harfi (pubik bölgesi tüylerle kaplı çıplak bir kadın getirin gözünüzün önüne) şeklinin kadın anlamına gelmesindeki gibi bir resim yazı idi Göbekli Tepe’dekiler. Sümerler iki üçgen (dağlar) ve bir başaşağı üçgen (kadın) çizerek “yabancı kadın” diyebiliyorlardı yazı dilinde Sümer hiyeroglif yazısı çizi yazısına evrilmeden.
Göbekli Tepe inşa edildiğinde insanların büyük bölümü hala avcı ve toplayıcı idi. Yani yerleşik hayata geçip tarım yapmaya daha yeni yeni başlamışlardı. Kap kacak çanak çömlek yoktu.
4 metre yüksekliğinde 7 ton ağırlındaki o kireçtaşı T sütunları yapmak için tek alet kireçtaşından daha sert olan çakmaktaşından yapılmış yontu aletleriydi. Yine aynı dönemde evcilleştirilmiş tek hayvan köpekti.
Siyez buğdayı (Einkorn) dediğimiz yabani buğday ise kültüre yeni yeni alınıp ekilip biçilmeye başlanmıştı. Bu yabani buğday halen Urfa-Diyarbakır sınırındaki Karacadağ eteklerinde yetişiyordu. Ve sonrasında bütün dünyaya da buradan yayıldı.
Göbekli Tepe Marksist arkeoloji yaklaşımını yıktı. Bu yaklaşıma göre avcı toplayıcılar tarım devrimi ile yerleşik hayata geçtiler. Tarımla birlikte iş bölümü gerçekleşti. Böylelikle sınıflar ortaya çıkmaya başladı.
Üretici köylüler, koruyan askerler, yönetici bürokrasi ve bu topluluğu bir ülkü etrafında toplayan din adamları.Yani avcı toplayıcıların inançlarının olmadığı, dinin yerleşik hayata geçmeyle ve sınıfsal örgütlenmeler sonucu insanlara hükmetmek amacıyla ortaya çıktığı sanılıyordu.
Oysa Göbekli Tepe bu teoriyi yıktı. Çünkü insanlar önce inanmışlar, inançları uğruna örgütlenmişler, Göbekli Tepe gibi çok sofistike bir inanç merkezi inşa etmişlerdi. Bunu yaparken hala avcı toplayıcı idiler.
Buna rağmen kullandıkları teknoloji ve örgütlenme biçimi sanılandan çok daha gelişmiş idi. Her biri 7 ton ağırlığındaki sayısız T sütunu 500 metre ötedeki taş ocağından kesip, taşıyıp, işleyip, dikmek büyük bir örgütlenme gerektiriyordu.
Göbekli Tepe yaklaşık 1000 yıl kadar kullanıldıktan sonra üzeri bilinçli olarak insanlar tarafından toprakla kapatılmıştı. Zaten 12.000 yıl sonra bize bu kadar korunmuş bir şekilde ulaşmasını da bu toprak örtüye borçluyuz.
Aksi takdirde doğal koşullar ve insan tahribatı nedeniyle bugüne ulaşması imkansızdı. Henüz üzerinin neden toprakla kapatıldığına dair bir teori yok ve bu gizem hala Göbekli Tepe’nin en büyük sırlarından.
Göbekli Tepe’de kazılıp ortaya çıkarılmış ortada 2 büyük T sütunun olduğu ve etrafının 12 adet T sütunla çevrildiği elips biçimli 4 adet yapı var. Fakat yapılan jeomanyetik araştırmalar daha bu elips şekilli mekanlardan toprak altında en az 20 kadar daha olduğunu gösteriyor.
Bu ortada karşılıklı konumlanan, diğer sütunlara görece büyük, üzerlerinde el ve kol kabartmaları olan bu iki T sütunun kadın ve erkeği sembolize ettiğine hiç şüphe yok.
T sütunların üzerinde mükemmel bir sanatçılıkla işlenmiş tilki, turna, kara leylek, yaban domuzu, ceylan, aslan / leopar, örümcek (ama 6 bacaklı, normalde 8 bacaklıdırlar), toy, ördek, yaban eşeği, yabani sığır, yılan, kırkayak, yaban keçisi / koyunu, H biçimli işaretler, insan el ve kolları, yatay ve dikey durumda yarımaylar mevcut. Göbekli Tepe’deki bütün bu semboller bilinmeyen bir resim-yazı dilinin repertuarı ve içeriğine sahip.
Batılı arkeologlar uygarlığın ortaya çıktığı yeri hep Aşağı Mezopotamya’da arıyordu. Fakat 1960lı yıllarda değerli arkeoloğumuz Prof. Dr. Halet Çambel ile Güneydoğu Anadolu’da kazılar yapan Robert ve Linda Braidwood uygarlığın ilk izlerini güneyde değil,
Kuzey Mezopotamya’da yani Güneydoğu Torosların eteklerinde aranması gerektiğini, çünkü doğal kaynaklar ve yabani hayvanlar açısından zengin olan bölgenin burası olduğunu iddia ediyorlardı.
Göbekli Tepe’nin keşfi ile bu teorileri kanıtlandı ve uygarlık tarihi Sümerlerden çok önceye, bir resim-yazı dilinin taşlarına işlendiği Göbekli Tepe ile birlikte 6500 yıl daha geriye gitti.
Bu arada Robert Braidwood meşhur Indiana Jones filmlerinde Harrison Ford’un canlandırdığı karakterin yaratımında ilham alınan kişidir. Diyarbakır - Çayönü ören yeri kazı evinde hala şapkası, kıyafetleri durur.
Gelelim ilk bira mevzusuna. Dedik ya Göbekli Tepe bir yerleşim yeri değil, bir kült merkeziydi, yani inanç merkeziydi.
Klaus Schmidt’in teorisine göre yılın belli zamanlarında yaklaşık 200 km çapında yerleşik ya da avcı toplayıcı olarak yaşayan insanlar törensel bir faaliyette bulunmak için buraya geliyordu.
Urfa merkez, Nevali Çori, Çayönü, Sefer Tepe, Karahan Tepe, Gürcü Tepe ve Körtik Tepe Göbekli Tepe’nin çağdaşı taş çağı yerleşimleri ve bu hep bu 200 kilometrenin içinde olan tarihöncesi yerleşimler.
Ki Urfa merkezde, hemen Balıklıgöl’ün yanıbaşında 1980li yıllarda bir yol genişletme kazısı esnasında bulunan ve dünyanın en eski heykeli ünvanına sahip Urfa Adamı heykeli - bugün Şanlıurfa Müzesi’nde sergileniyor - Göbekli Tepe’den de eski. 13.500 yıllık.
Buranın kült merkezi olup törensel ayinler düzenleniyor olmaması imkansızdı. Göbekli Tepe’de böyle ayinler yapıldığına kanıt sayısız hayvan kemiği (muhtemelen kurban ritueli) ile kültüre alınmış arpa, buğday kalıntıları bulundu.
Yapılan testler bunlardan bir kısmının fermente olduğuna dair bilgiler de verdi. İşte ilk bira Göbekli Tepe’de yapıldı / içildi tezinin ortaya çıkması böyle oldu. Yani bugünden baktığımızda o yapılana belki bira diyemeyiz ama 12.000 yıl öncesi
standartlarında yapılmış olan o şey pek hala da biraydı. Ki daha Ortaçağ’da bile tatları sirkemsi ve çok kötü olduğu için şarap sulandırılıp içilen birşeydi.
Yani durumlar gene olarak böyle. Bu muazzam yeri görmenizi ve 2015 senesinde açılan ve Türkiye’nin en büyük müzesi olan Şanlıurfa Müzesi ziyareti ile birleştirmenizi şiddetle öneririm.
Müzede Göbekli Tepe’nin D yapısının bir replikası ile Göbekli Tepe’den sayısız buluntu mevcut. Resmen insan olarak kendi kendinize yapılacak bir yolculuk Göbekli Tepe. “Kimim, neyim, nerden geldim, bu kadar nasıl karmaşıklaştım” sorularına cevap arayacağınız bir yer Göbekli Tepe.
Son olarak Göbekli Tepe 2018’de UNESCO Dünya Kültür Mirası oldu. Böylelikle dünyanın EN ESKİ İLK İKİ UNESCO Dünya Kültür Mirası artık ülkemizde.
- Göbeklitepe (MÖ 9600)
- Çatalhöyük (MÖ 7400)
Naçizane bilgi verebilmiş, ilgi uyandırabilmiş isek ne mutlu bize. Atiye izleyip şu bilgilerin binde birini öğrenemezdiniz Arz ederim.
Ben bu yazıyı 2016’da yazdım. Ve arkeolojik bilgilerin büyük bir bölümü 2014 yılında aramızdan ayrılan Klaus Schmidt’in 2007 basımı kitabından. Kazılar 13 yıldır devam ediyor, yeni bulgular ışığında burada anlattığım mevzularda değişiklik olabiliyor. Bilginize…
Kaynak : https://twitter.com/GezsenAnadoluyu/status/1215022101989593094
Kaynak Kolay Okunur : Thread Reader App